Az demedik, öz dedik. Kendimize hiç “zor” demedik; hep “çöz” dedik. Öyle öyle geldik 41 yaşın yakınına. Ne kaldı şurada? Aşağı yukarı üç ay sonra dördüncü destenin ilk çiziğini atmış oluyorum.
Bu seferki çiziği üst bir farkındalık düzeyinde atacağımı düşünüyorum. Zaten hepimiz bir parça ‘yeni normal’ dedikleri dönemde yeni bir farkındalık kazanmış olmalıydık. Bunu başaran tek tük insan görüyorum, seviniyorum; ancak başaramamış, yok yahu, hiç denememiş insan güruhu var ki felaketlerle iflah olmaz. Demek ki ne yapacakmışız? İnsanları değil, kendi iç dünyamızı, o iç dünyanın kıyısına davet ettiğimizde gelen diğer ruhları düşünecekmişiz. Ondan değil mi tüm çabamız? Sevdiğimiz, kardeşimiz dediklerimize sıkı sıkı sarılmamız?
Uzaktaki bir dostun aklına geldiğinde, gözleri dolar ya hani insanın? Ya da dolar mı herkesin? Ne bileyim ben? Benim dolar. Ben onu bilirim. Öyle dostlarınız vardır ki birbirinize kızgın olduğunuz zamanları bile özlersiniz. Ne diyeyim? Hep var olsunlar.
Evet, tanıyanlar bilir. Yazmaya başladım mı, üst üste yazılar yazıp sağa sola gönderen biriydim yıllar önce. Gördüm ki geçen yıllar sözcüklerimi azaltmış, cümlelerimi daraltmış, bir parça içimi de daraltmış ama artık ona 40 yaş bunalımı diyebiliriz. Eskiden var olan tüm yeteneklerimi sanki bir bir kaybediyormuş gibi hissediyorum ama neyse ki serde inat var. Dedim ya en başta… Az demedik, öz dedik. Kendimize hiç “zor” demedik; hep “çöz” dedik. O hesap…
“Serde inat” ✌️