Geçen yıl durumun ciddiyetini anlayıp kısıtlamaları yaşamaya başladığımız o ilk zamanlarda tuhaf bir iyimserliğimiz vardı. Sanıyorduk ki insanlar bilimin önemini anlayacak, dayanışma bilincini oturtacak. Sonrası dans, renk…
Öyle olmadı tabii. Hiç kimse bilimin pek çok şeyden, inançlardan, içtihatlardan önce geldiğini henüz anlayamadı. Bakın, burası çok önemli. Hâlâ iyimserlik barındırıyor içinde. “Henüz” diyerek yarından ümidim olduğunu söylemiş oluyorum sanki ama aslında hiçbir umudum yok. Toplumun herhangi bir şekilde değişim yaşayacağına artık hiç inanmıyorum. Geçmiş olsun.
Herkesin evde ekmek yaptığı dönemin, üretmenin güzelliğini idrak ettirmesi gerekmez miydi? Olmadı öyle bir şey. Şayet olsaydı şimdi pek çok yerli üretimin durduğunu, artık otu bile dışarıdan aldığını fark edip, “ulen ben bir saksıda, bir karış toprakta domates ekiyorum, koca ülke bunu nasıl üretemez?” derdi. Dedi mi? Demedi. Demek ki bu toplum herhangi bir badireden ders çıkartmak şöyle dursun, yeni bir badireye neden olabilecek gizli ‘güçlere’ sahip.
Ne kadar ümitsizim, değil mi? Evet, öyleyim. Ümidimin gömülü olduğu toprağı bile kaybettim. Geçmiş olsun.
''Sonrası dans, renk…'' Düşündürücü. Sonu iyi biten filmlere gebe bir dünya değişmeyecek!..